27 Ocak 2014

Şöhret

Sağırlığı doğuştan değil, sonradandı.
Çocukken sağır olmuştu.
Genç kızken sevdiği erkekle kavuşamamış, hiç evlenmemişti sonrasında da.

Tek başına yaşardı.
Abisinin evinin yanında bir oda bir evi vardı.
Kendi pişirir, kendi yerdi.
Bahçesindeki ekşi elmaların tadını başka bir yerde bulamazdık.
Çok da kıymetliydi elmaları.
Her isteyene vermezdi.
Gerçi insanlar da kıyamazdı onun bahçesinden almaya.

Her yaz tatilinde giderdim yanına.
Ama evinde fazla vakit geçirmezdim, hemen anneannemin evine dönmek isterdim.
Çok heybetli bir kadındı.
Uzun boylu ve yapılıydı, güçlüydü.
Heybetinden korkardım.
Bir de çok bağırmak gerekirdi sözlerimi ona duyurabilmem için, çok hoşlanmazdım bundan.
Her gidişimde evine davet eder, bir sürü ikram teklifinde bulunurdu.
Cömertti.

Yazın kışlıklarını hazırlardı.
Kendine ve misafirlerine yetecek kadar yapardı.
Bahçesinde domates, biber, maydanoz, nane eksik olmazdı.
Ben çocukken öğleden sonraları evinin önünde kahvaltı yapardık, ikindi vakti.
Çömlek peyniri, demlenmiş çay, taze domates, biber, salatalık.
Bir de taze yufka ekmek.
Ne tatlı olurdu o kahvaltı.
Sininin etrafına yere oturup yerdik.
Arıları kovalaya kovalaya.

Akşamları dayım mısır getirirdi pazardan bazen.
Gece karanlığında közlerdik, yine onun bahçesinde.
Mis gibi kokardı o köz, o mısır.

Kat kat giyinirdi, yaz günü bile.
Ben tek katla bile terlerken o terlemezdi.
Biz gitmezsek o gelirdi anneannemlere.
Bir köşede oturur, olan biteni anlamaya çalışırdı.
Bazen işine geleni duyup işine gelmeyeni duymadığını düşünürdüm.

Dedem vefat edince anneanneme daha az gelir oldu.
Ama yine de gelirdi, duramazdı bir başına evinde.
Ne yapsın?

Dedemden sonra o bahçe hiç eskisi gibi olmadı.
Giderek bakımsızlaştı.
Sonra parsellendi, bölündü, paylaşıldı.
Eski tadı kalmadı.
Onun bahçesi de öyle.
O bahçeye gitmek eskisi gibi mutlu etmiyor beni, eskiyi düşünüp üzülüyorum.

Şöhret.. Annemin halası.. Çocukluğumun bir parçası..
Yaşlandıkça zorlaştı hayatı iyice.
Bahçe gibi onun hayatı da yıprandı.
Haftasonu anneanneme gidince ona uğradık.
Ben arabada Bambino ile oturdum, mecburen.
Annem ona aldıklarımızı bıraktı, döndü.
"İyi gördüm onu" dedi.
Ne kadar iyi olabilirse artık.
"Dua et öleyim" demiş anneme.
Ertesi gün öldü.
Biz Ankara'ya dönmüştük bile.

Onu görmediğime üzüldüm.
Helalleşseydim, onu görüp mutlu etseydim.
Keşke... Keşke...
Nur içinde git Şöhret Halam.
Nurlar içinde ol.
Mutlu ol.
Sevdiklerinde ol.

Gitti.. Çocukluğumdan bir parça daha..
Ah çocukluğum ah!
Ah halam ah!

DEVAMINI OKU

22 Ocak 2014

Hayat

Hayat karmaşık bu aralar.
Bir taraftan programlanmış robot gibi yaşadığımız günlük işler.
Diğer taraftan robot olmadığımızı kanıtlamak istercesine su yüzüne çıkan sorular.
Sorgulamalar.
Sonra tekrar programlanmış işler.
Bundan 2 sene sonra gelse yine aynı düzenin devam edeceğini bilmek.
Sistemin bir parçası olmak.
Ama sen olmadan da sistemin aynen devam edeceğini fark etmek.
İşyerinden ayrı kaldığım yaklaşık 3,5 seneden sonra geldiğim ilk gün sanki hiç gitmemişim gibi hissetmiştim.
Hiç bir şey değişmemiş neredeyse.
İşler aynı, düzen aynı. Yüzler hemen hemen aynı.
Olup olmamak fark etmiyor. Sistem aynen devam ediyor.
Bir fark yaratamamak, artı değerinin olmadığını bilmek bazen üzüyor.
Bazen de sürünün bir parçası olmak rahat hissettiriyor.

Robotlaşmış düzende yaşayıp giderken derinlere dokunan bir telefon geliyor.
"Anneannen gidiyor artık"
"Azraili bir kez atlattı. Sanırım ek süre istedi."
"Arkadakilere çok iş çıkartmamak için şimdi gitmek istemedi."
"3 ayları bekliyor. 3 aylar gelince gidecek."
"Ne kadar kaldı 3 aylara?"
"2 ay sonra. Nisan'da."
"Bir melek artık o."
Ağlayarak kapanan bir telefon.

"Sıralı olsun" da dense, "Torununun torununu gördü" de dense kar etmiyor. Ölümün yüzü soğuk.
Ağlamak böyle zamanda olmayacaksa ne zaman olacak?
İyi dilekler, dualar, niyet göndermeler.
Olacak olanın önüne geçmek değil maksat, olacak olan iyilikle, güzellikle dolu olsun, aydınlık, ferah olsun niyet.
Gelin gibi gidebilmek.
Gelin gönderir gibi gönderebilmek.
Gidip göreceğim inşallah dünya gözüyle bir kez daha, bu haftasonu.
Son mu olur, ne olur bilmem.

Bu düşünceler bir süreliğine geçiyor zihnimden.
Sonra başlıyorum robot gibi yaşamaya, kaldığım yerden.
Yapılacaklar listesi kabarık.
Çözülmesi gereken şeyler var.
Alınacaklar var.
Hayat devam ediyor.
Her koşulda, her halükarda. Her şeye rağmen.
Duygularımın düğmesini kapatmam lazım.
Hiç bir zaman yapamadığım şey.

DEVAMINI OKU

11 Ocak 2014

Hayır Diyebilen Çocuk Yetiştirmek

Sevgili Özgür Anne'nin yazısını izniyle burada paylaşıyorum.
Link vermektense aynen buraya almayı tercih ettim, linklerin akıbetinin ne olacağı belli olmuyor..
***

Çocuk yetiştirmek çok zor bir iş. Gecesi ayrı, gündüzü ayrı. Yedir, içir, uyut, oyna. Akıllı olsun, başarılı olsun, ayaklarının üstünde durabilsin. Son dönem: Çok özgüvenli olsun.

Ama sanki çok daha önemli bir nokta var. Ahlaklı ve vicdanlı olabilecek mi? İnsan olabilecek mi? Birey olabilecek mi?

Bu üç soru çok bağımsız gibi gözüküyor ama bana göre aynı şeyi soruyor. Benim kızım/oğlum bir gün geldiğinde ahlaki da
vranabilecek mi? Ahlak diyince evlenmeden sevişecek mi gibi bir şey gelmiyor benim aklıma. Doğruluk, dürüstlük, haram lokma yememe... Evet de... İnsanın hiç farkında olmadan evet dediği şeyler ne olacak? Neye tepki gösterecek? Neyi kınayacak? Mesela savaşa karşı olabilir. Çocuklar ölmesin diyebilir, ne masum bir dilek değil mi... Çocukluk şarkısı gibi adeta... Bir dünyaaa bırakıın biz çocuklaaraa kirlenmiş olmasın gözyaşlarıylaaa... Ah ne masum.

Sonra ABD Irak'a gireceği zaman tezkere oylamasında eli havaya kalkan biri olabilir o çocuk mesela. Grup kararına uyabilir. Ama Saddam çok kötü bir insan. Hı hı. Zaten Vietnamlılar help help diye bağırmasa savaş çıkmazdı. Zaten diktatör devirmek için gönderiyoruz silahları. Çocuklar ağlamasın diye. Hı hı. Başka hiç gayemiz yok. Evet. Bir çocuk kadar masum, o el havaya kalkıyor mu, kalkmıyor mu?

İşte o el neden ve ne koşullarda havaya kalkıyor onu öğretmek gerekiyor. İnsan kendi başına akıllı, fakat bir gruba dahil oldu mu salaklaşan bir varlık. Bunu öğretebilir miyiz mesela? Yıllarca sosyal psikologların araştırma yaptıkları konularda bizim çocuğumuz nasıl davranır. Mesela ortaokuldaki din dersi öğretmeni aranızdan kimler mescit olsa namaz kılar sorusuna hiç de kılmayacakları halde kimler el kaldırır? Neden kaldırır? Mesela bir bakan çıkıp da, "efendim elbette bağımsız değildim bana söylenenleri yaptım" diyorsa mesela 2014 yılında Stanley Milgram mezarında ters dönmüş müdür? Çünkü Hitler'in SS subayları da "emirleri uyguluyordu".  Hangi ahlaki düzlemde "canım ben emirleri uygulamıştım" masum bir bahanedir? Hangi dinde?

İnsan olmak "o emiri"  uygulamamaktan geçiyor. Kalabalığa güruha HAYIR diyebildiğinde insan oluyor insan. Herkesin görmek istemediğini gördüğünde. Evet çok yalnız bir yer orası. Evet kalabalıklarla birlikte halay çekmek çok güzel. Herkesin küfrettiğine küfretmek çok konforlu. Ama ahlak ve vicdan orada oturmuyor.

Birey olmadan... Kendi eylemlerinin sorumluluğunu almadan hiç bir şey olunmuyor. Sırf cemaatin, sırf partin, sırf sana benzeyen insanlar bir şey söylüyor diye sen de söylüyorsan olmadı. Bireysel vicdanını susturdun. Çok da kolay yaptın bunu çünkü malesef beyin öyle çalışıyor. Şeytan dışarda değil.

Zaten şeytanın en büyük hilesi var olmadığına inandırması. Ben yapmadım miki yaptı. Ben yolsuzluk yapmadım annecim, paraları gelmiş evime koymuşlar. Ben hiç bir konuda özeleştiri yapamam çünkü hepsi dış mihrak. İki dua ettim oh tertemiz. Cemaatler sadece "the cemaat"den oluşmuyor. On kişi bir araya geldiğimizde saçmalamaya başlayan garip bir türüz biz. Kendi başımıza he demeyeceğimize, kitle olunca he he demeye başlıyoruz. İster tekamül de adına, ister kişisel gelişim de, ister gölgeyle yüzleşme de, ister şeytanla halleşme de. Eylem aynı.

O yolda yalnız yürüyebilecek cesaretin var mı? Aynadaki aksine bakıp kral çıplak diyebiliyor musun?

Bu eğitimi çocuklarımıza vermediğimiz sürece gelecekten hiç bir umudum yok. Hitler'in gaz odaları da tekrarlanır, dünyadaki "iyilik ve demokrasi adına" kadınların ve erkeklerin ırzına geçilip, çocukların öldürüleceği savaşlar da. Ama biz iyi taraftayız, onlar axis of evil. Evet sayın Bush. Öyle gerçekten. Ya da özentisi. Evet, biz iyiyiz. Onlar canavar. Biz meleğiz, onlar şeytan.

Cognitive dissonance denilen bir şey var. Beynimizin içindeki dalkavuk. İnançlarımıza ters düşen bir durumla karşılaştığımızda hemen yağ yakmaya başlıyor. İlk inançtan vazgeçemiyor, bugüne kadar savunmuşsun. Bir anda yanlış bu diyemiyorsun. Alıntılarsak :

"Festinger’e göre, bireyler inançlarını korumak için, gelen karşı görüşleri sansür ederler. Sadece inandıkları değerleri seçerler ve onları korurlar. Eğer bu karşıt görüşler arasında seçme zorunluluğu varsa en iyisini değil, kendisiyle en uyumlusunu seçerler. Bu açıdan bireyler faydacı bir anlayış güderler."
http://www.onurcoban.com/2011/09/bilissel-celiski-kuram.html

İçinde bir Olric, sürekli "ne güzel söylediniz efendimiz".

Özgür Bolat'ın konuyla ilgili yazısı: Tartışmayın diyor: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19607018.asp

Ben kendisine katılmıyorum.


Çok sevdiğim bir film vardır. Danimarka yapımı. Festen. Dogma'nın ilk örneklerinden biridir. İzlediğim günden beri etkisi geçmedi. Bir aile toplantısı. Çok sevilen babanın 60. yaş günü. Yalnız bir detay var ki baba çocukları küçükken taciz etmiş. Sadece ikizleri. Kız olanı intihar etmiş. Erkek olan ayağa kalkıyor ve bunu açıklıyor. Ne yapıyorlar biliyor musunuz? Eğer gündemi takip ediyorsanız şaşırmayacaksınız. Adamı evden atıyorlar. Yani suçluyu değil. Söyleyeni. Herkesin ilk tepkisi inanmamak. Çünkü bu yeni bilgiyi zihinleri alamıyor. Bilişsel Çelişki. Söyleyeni atmak daha kolay.

Pozantı cezaevinde ne oldu? Cezayı kim aldı?
http://www.bianet.org/bianet/bianet/136468-pozanti-cezaevi-nde-cocuklara-cinsel-istismar-iddiasi
https://eksisozluk.com/zeynep-kuris--3896384

İnsanoğlunun ilk tepkisi hasıraltı etmek ve ortaya çıkaranı ortadan kaldırmak. Filmde sonra ne oldu biliyor musunuz? Adam tekrar içeri girdi ve tekrar denedi. Tekrar denedi. Evin çalışanları birlik oldular, araba anahtarlarını sakladılar. İçeri kilitlediler hepsini. Tekrar anlattı. Filmi tekrar izlemek lazım, detayları uçmuş. Ama bir kırılma noktası var.

Bir nokta var ki artık bahanelerin işlemediği, gerçeklerin görmezden gelinemediği. Saklamaların işe yaramadığı. Ayağa kalkıp konuşanın öldürülmediği/hapse atılmadığı/itibarsızlaştırılmadığı. Bir çok kişinin aynı anda ayağa kalktığı bir an var. O an geldiğinde bütün bahaneler çöktüğünde vicdan ve ahlak ne diyecek?

Sizin çocuğunuz ne yapacak? Güruhla uygun adım mı yürüyecek? Yoksa ayağa kalkıp "hayır" diyebilecek mi?

O nedenle önce özgürlük. Çünkü "vicdanı hür" olmak ancak özgürlükle mümkün. Özgürlük olmadan, belada ortak, cezada ortak, günahta ortak, haramda ortaksın. Ve şeytan dışarıda değil.


"Cinayete ses çıkarmayan, caninin suç ortağıdır"
Cemil Meriç
DEVAMINI OKU

9 Ocak 2014

5 Dakikada Stresle Baş Etme Yöntemleri



"Stres dedigimiz şey, gerçeğin olduğundan farklı olmasını istememizden kaynaklanmaktadır."

Bir yerlerde okudum bunu, not almışım. Ne kadar da doğru bir söz. Deneyimleyince daha da iyi anlıyorum.

Peki çözüm ne?

Akışına bırakmalı ve her andan zevk almalı... Bakış açısını değiştirmeli...

Demesi kolay.
Yapması zor.

Her gün neredeyse her an stresle karşı karşıyayız. Trafik, şehir hayatı, ay sonunu getirme telaşı, çocuklar, medya, mahalle baskıları, işyeri problemleri, komşular... Liste uzar gider..

Öfkelenecek, endişelenecek hep birşeyler var.

Güzel haber şu ki, ne zaman bu duyguları yaşasak yapabileceğimiz bazı ufak şeyler var. Kendimizi iyi hissettirecek, kısacık da olsa bizi dengeye ulaştıracak ve daha akil düşünmemizi sağlayacak şeyler.

1- Siyah çikolata yemek: Glikoz şurubundan yapılmışlar değil, hakiki kakaodan yapılmış çikolata bünyemize iyi gelir. Tatlı yemek vücudumuza olumlu sinyaller gönderir, daha iyi hissederiz.

2- Nefes Egzersizleri: Burundan alıp verilen derin nefesler kan basıncımızı ve kalp atış hızımızı düşürür. Nefes alırken karnınızın şiştiğini hissedin.

3- Meditasyon: Meditasyon için illaki bağdaş kurup oturmak, mum yakmak ya da sakin müzikler dinlemeye gerek yok. Bunlar olusa daha iyi olur ama her zaman böyle ortam yaratmak olası değil. Meditasyon için en kestirme yol, omurganızın dik durumda olduğu bir pozisyonda olmanız ve nefesinize odaklanmanız. Sandalyede oturabilirsiniz. Derin nefesler alıp verin. Mümkünse gözünüzü kapatın. Sadece nefeslerinize odaklanmaya çalışın. Aklınıza gelen düşüncelere izin verin ama onlara takılmayın. Bırakın gelsinler ve geldikleri gibi gitsinler :) Siz nefes alıp vermeye devam edin. Birkaç dakika sonra bırakabilirsiniz, artık daha iyi hissetmeye başlayacaksınız. 

4- Lavanta yağı: Birkaç damla lavanta yağı rahatlamanıza yardımcı olur. Ben gece yatarken yastığımıza damlatıyorum, daha rahat uykuya dalmamıza yardımcı oluyor, huzur veriyor.

5- Hayal Kurmak: Birkaç dakikalığına aklınıza kendinizi mutlu hissettiğiniz şeyler getirin. Bu, gittiğiniz ve sevdiğiniz bir yer, tatil mekanı, aile ortamı ya da yapmaktan hoşlandığınız birşey olabilir. Zihninizde canlandırmak bile bilinçaltınıza sanki gerçekmiş gibi gelecek ve otomatikman vücuda olumlu sinyaller gönderecektir.

6- Adım Adım Tüm Vücudu Rahatlatma: Sıkça kullanılan bir rahatlama tekniği olan bu yöntemde, vücudunuzun her bir parçasını sırayla düşünerek düşündüğünüz yeri önce sıkıp sonra da gevşetme esasına dayanıyor. Ayaklarınızı olanca gücünüzle sıkın ve gevşetin, bacağınızı sıkın ve gevşetin, karnınızı sıkın ve gevşetin... şeklinde. Tüm vücudu tamamladığınızda daha iyi hissedeceksiniz.

7- 5 Dakika Yürümek: Yaptığınız herşeyi bırakıp 5 dakikalık bir yürüyüşe çıkın. Hareket vücudun endorfin salgılanmasına neden olacak, bu da sizi mutlu edecek.

8- Yoga Pozisyonu: Eğer imkanınız var ise, yere yatın ve bacaklarınızı duvara dik olarak yaslayın. Viparita Karani adı verilen bu pozisyon sakinleşmenize yardımcı olacak.
http://www.cnyhealingarts.com/wp-content/uploads/2011/02/Viparita-Karani.jpg 
9- Evcil Hayvana Sarılmak: Elinizin altında bir evcil hayvanınız varsa, ona dokunun, sarılın. Fiziksel temas sizdeki fazla elektriği atmanıza yol açacak ve hayatta daha önemli şeyler olduğunu hatırlatacak.

10- Arkadaşınızla konuşun: Dostlar böyle zamanlar için değil mi zaten? ;)

11- Dans Edin: İmkan varsa müziğin sesini açın ve kendinizi müziğe bırakın. 

12- Topraklanın: İmkan varsa ayağınızı ve ellerinizi toprağa değdirin ve bir süre bekleyin. Tüm negatif iyonlar toprağa geçecek ve nötr hale geleceksiniz.

13- Kucaklayın: İmkan dahilinde :) yakınınızda bulunan insanları kucaklayın. Kimseyi bulamazsanız kendinizi kucaklayın, bu bile daha iyi hissetmenize neden olacak.

14- Ilık Duş: Su hepimize iyi gelir. İmkan varsa kısa bir duş alın.

15- Şükredin: Her halükarda, hangi hal içinde olursanız olun, durun ve kısacık da olsa hayatınızdaki şeyler için şükredin. Şükredecek mutlaka birşeyler vardır. Sırf hayatta olmak, hayatı deneyimlemek bile şükür nedenidir.
DEVAMINI OKU

4 Ocak 2014

Bambino 39 Aylık


Bambino hızla büyümeye devam ediyor dostlar :)
Son ay içerisinde en çok uyku düzeni ile ilgili değişiklikler dikkatimi çekiyor.
Çektik, çok çektik, hala da çekiyoruz bu uyku konusunda.
Bambino uyurken emmeyi bırakma ve genel olarak emmeyi azaltma stratejimizi kendince protesto ediyor.
Bunu da kendi kontrol edebildiği bir değişken olan uyku saatleri konusunda değişiklik yaparak ortaya koyuyor.
20 Aralık'tan beri geceleri 23:30'dan önce uyuduğu çok nadir olmuştur.
Gece 12-1'e kadar oturabiliyor.
Bu da bizim düzenimizi alt üst ediyor tabi.
Birkaç gece Bambino ile oturup saat 10'dan sonra "Uyku, uyuyalım, gidelim yatağa" demekten dilimde tüy bitene kadar çabaladım.
Ama yok, "uykum yok, uyumayalım" dedikçe dedi bizimki.
Gerçekten de uyku belirtisi göstermiyordu işin ilginci.
Ama benim günde 7-8 saat uyumazsam balkabağına dönen bir bünyem var!
Ben de gece 10'dan sonra kitabımı alıp odama çekilmeye başladım.
Kojo da dayanabildiği kadar Bambino ile oturmaya devam etti.
Gece 23'ten sonra o da odaya gelip uyumaya başladı son günlerde.
Çünkü gerçekten dayanamıyoruz.
Karı-koca olarak 5 dk sohbet edemiyoruz yeminle.
Biz odaya gelince Bambino da odaya geliyor mecburen.
Gece 12'ye kadar ya da ne zaman uyuyacaksa o vakte kadar odada kah üstümüzde zıplıyor, kah kıyafet çekmecelerini boşaltıyor, kah okumamız için kitap ya da oynamak için oyuncaklar getiriyor.
Tabi biz de yarı uyuyor, yarı Bambinoyu gözlüyoruz yarı açık gözlerle.
Öğle uykularını kaldırmayı denedik, yine geç yattı.
Öğle uykularını erkene çektik, yine geç yattı.
Öğle uykusunun saatini azalttık, yine geç yattı.
Hala da geç yatıyor.
Biz bir çözüm bulamadık.
Karı koca sürünmeye devam ediyoruz.
Üstelik de yeni yatağında bir gece bile yatmadı, öğlenleri uyuyor sadece.
Gece üçümüz birlikte yer yatağında yatıyoruz...

Bambinonun ay dönümü yazısı şikayet portalına döndü ama ne yapayım, son aya damgasını vuran gelişme bu oldu!
Yorgun hissediyorum kendimi.
Uyuyor muyum, dinleniyor muyum belli değil.
Karı koca çalıştığımız için ve emme konusu çok çok aza indiği için tepki veriyor bizimki.
Farkındayız.
Bu dönem de geçer elbet...

Bambinonun incilerini yazmak istiyorum ama sıcağı sıcağına not almazsam hemen unutuveriyorum.
Bıcır bıcır konuşan, herşeyin neden-sonuç ilişkisini merak eden, kendince şarkılar söyleyip hikayeler anlatan küçük bir adam var bizim evde :)
Sohbet etmesi çok keyifli onunla.

Yeni yılın ilk günü sabah kalkınca ilk dileği "Londra'ya gitmek" olan küçük bir adam.
Sonrasında eve küçük bir bebeğin gelmesini dileyen bir küçük adam.
Yılbaşı gecesi işe gitmek yerine evde bilgisayardan çalışıp para kazanabileceğimi bana anlatan koca yürekli bir küçük adam. Yeni yıl dileği bu oldu bu kocaman küçük adamın...

"Koyu renkleri çok seviyorum. Açık renkleri sevmiyorum"
"E. çok küçük olduğu için paylaşmayı bilmiyor. Büyüyünce öğrenecek."
"Çayımın birazı kalsın burada. Sabaha kadar bozulmaz mı?"
"Önce Burhan amcaya gidelim. Sonra anneanneye gidelim. Akşam olunca da eve gideriz." (Haftasonu planımızı yaptı kendi kendine)
"Bugün bana sürpriz var mı?"
"Londra'ya hemen gidelim, şimdi!"
"Vınnnnnnn! Vınnnnnnnnnn! Çok hızlı giden bir arabayım ben"
"Küçük kanguru oldum ben (zıplıyor). Sen de büyük kanguru ol, birlikte zıplayalım. Şimdi kesenin içine gireceğim"(kucağıma atlayarak)
"Anne, saçın çok kötü oldu böyle" ('bad hair day' günümde, hemen fark etti bizimki)
"Karnımdan ses geliyor. Bana acıktığını söylüyor. Birşeyler yiyeyim hemen. Karnımı mutlu etmek istiyorum."
DEVAMINI OKU

SOSYAL AĞLAR


İZLEYENLER

Blog Arşivi

HER GÜN MUTLAKA

NE ARADINIZ, YARDIMCI OLALIM?

Kişisel Blog

Copyright © Benden ve Bizden | Powered by Blogger
Design by Lizard Themes | Blogger Theme by Lasantha - PremiumBloggerTemplates.com